RSS

Kategori arşivi: Zooey Deschanel

500 days of summer…


Tasarımcılarla ilgili kayıtlara ara vermenin zamanı geldi. Şu an tüm blogu kaplamış vaziyetteler. İlerleyen günlerde sadık bir izleyicim için bir Lanvin kaydı oluşturmak amacıyla çalışmalara başladım. Belli etmese de bu blog sahibi tüm izleyicilerini sever, onları memnun etmek için elinden geleni yapar diyeceğim ama öyle değildir Blogu anlatan kısımda olduğu gibi blog sahibi aslında aklına eseni yapar. Neyse yine konuyu dağıttıkça dağıttım. Şu aralar yoğun bir çalışma temposundan nispeten uzaklaştığım için kaçırdığıma hayıflandığım filmleri izlemeye kendimi adamış durumdayım. Aslında yorum yapılacak o kadar çok film var ki. Tembellik etmeyip şuraya bir iki şey karalasam fena olmayacak.

O zaman açılışı 500 days of summer ile yapalım. Romantik komedi açısından bereketli bir yıl olduğunu düşündüğüm 2009 senesinde bu film hem izleyiciler hem de eleştirmenler tarafından beğenilmişti. Ülkemize yine her zamanki gibi çok geç geldi. Film gelmeden ünü alıp yürüdü desek yalan olmayacaktır. Haliyle görülmesi gerekenler listesine yazılmıştı. Gel gör ki sert esen rüzgarların beni farklı yerlere savurduğu 2009 senesinde bu filmi patlamış mısırımla sinemada izlemek nasip olmadı ama sonunda DVD’den de olsa izleyebildim. Sinemada veya televizyonda izlemediğim bir filmin DVD’sini almayı pek tercih etmem. DVD tekrardan izlemek istediğim filmlere ulaşmamı sağlayan sihirli bir araçtır gözümde. Ancak bir kaç film için (Vicky Christina Barcelona, Volver vs.) bu kuralı bozduğum oldu. 500 days of summer’da bunlardan biri. İyi mi yaptım peki? Galiba evet.

Öncelikle film, Türkçe’ye “Aşkın 500 günü” diye çevrilmiş ki bu filmi basitleştirmiş. Filmi izleyenler bana hak verecektir. Filmin adında aslında çok şey gizli. Böyle filmleri ise oldum olası sevmiştirim. Elimden geldiğince spoiler mevzusuna girmeden filmin konusuna değineceğim. Aşka inanan Tom ile aşka inanmayan uçarı ama bir o kadar sevimli Summer’ın hikayesidir bu. Tom ve Summer aynı iş yerinde çalışmaktadırlar. Tanışmalarından kısa zaman sonra ne kadar iyi anlaştıklarını fark ederler, sonrasında da olaylar gelişir. Böylelikle bizler de bu ikilinin iniş ve çıkışlarla dolu ilişkisinin 500 gününe tanıklık ederiz. Konu belki defalarca işlenmiştir. Ancak filmi diğerlerinden ayıran özellik kurgusu. Hikaye bir baştan bir sondan anlatılır. Bir de arada karakterlerle yapılan röportajlar vardır. Bu nedenle film bende Eternal Sunshine of a Spotless Mind ile American Splendor karışımı bir his uyandırdı.

Oyuncuklara gelince Tom’u canlandırlan Joseph Gordon Levitt’e bir sözüm yok. Kendilerini şu an ismini hatırlayamadığım ve uzaylıyı oynadığı TV dizisinden de, Ten Things I Hate About You filminden de severim, oyunculuğunu beğenirim. Bu rolün de hakkını vermiş. Ayrıca sesi de fena değil. İyi şarkı söylemiş. Summer’ı oynayan Zooey Deschanel’e gelirsek filmin bazı yerlerinde parlasa da genelinde sönük kalmış. Tamam Summer karaketerinin biraz vurdum duymaz ve soğuk olması gerekiyor ama Zooey işin ucunu biraz kaçırmış gibi. Yine de diğer filmlerine göre bu filmde daha iyi olduğunu söylemek yanlış olmayacak. Zaman içerisinde bu kusurlarını kapatacağını umuyorum. Filmin kurgusundan sonraki en büyük artısı müzikleri. Bu filmin soundtrack’ine tez elden sahip olmak gerek. Ayrıca Summer’ın “I love the Smiths” dedikten sonra Tom’un yüz ifadesi müziğin aslında bizleri ne denli etkilediğinin bir göstergesi.

500 days of summer kısacası böyle bir film. Belki benim için bir Eternal Sunshine of a Spotless Mind değil ama güzel bir film. Ne insanın ayaklarını tamamen yerden kesiyor ne de karamsarlığın kollarına itiyor. Ne de olsa hayat TESADÜFLERDEN ibaret değil mi? Ve her yazın sonunda bir SONBAHAR bizi bekler.

Görüşmek üzere