RSS

Kategori arşivi: gürcistan

Ben Giderim Batum’a : Batum’da Gün


Gecesi ayrı bir güzel Batum’un gündüzü de gecesini aratmıyor. Pazar günü olması nedeniyle sokaklar kısmen tenhaydı. Kiliselerin önünde ve içerisinde genellikle yaşı nüfusun oluşturduğu kalabalığın ayak sesleri işitilmekteydi. Şehir merkezinin bu yalnızlığından fırsat bilip tüm sokakları arşınladık. Bu yolculuğumuz sırasında bazen tanıdık tatlara (Çiğ Böreği) bazen ise tanıdık yüzlere (Jim Morrisson) rastladık. Yenileme çalışmaları nedeniyle bir önceki yazımda da belirttiğim üzere Batum büyük bir şantiyeyi andırıyor. Bu çalışmalar tamamlandıktan sonra bu şehirde turizmin patlaması içten bile değil.

Zihnimizi bu düşünceler meşgul ederken bizler iskelenin yolunu tuttuk. Poseidion yine bize el salladı. Bu sefer iskelenin yanı başındaydı. İskelenin duvarları mitolojik öğeler ile doldurulmuş, dört bir yanı heykellerle bezenmişti. Hemen yan tarafında biraz soluklanabileceğiniz, derginizi ve gazetenizi okuyabileceğiniz cafeler ile çimlerine gönlünüzce yayılabileceğiniz bir park yapılmış. Haliyle İstanbul’un iskeleleri aklıma geldi. Elimizdeki güzelliğe sahip çıkamayışımız üzüntüsü boğazımı düğümledi. İskeledeki kısa yürüyüşümüzden sonra şehrin doğu tarafına dümenimizi kırdık. Bir önceki günün aksine o gün güneş tümüyle yüzünü Batum’a dönmüştü. Deniz ışıl ışıl parlamaktaydı. Güneşli günü fırsat bilen Batum sakinleri ise kendilerini Karadeniz’in serin sularına atmışlardı. Karadeniz’in suları ayaklarımızın altında dans ederken buranın gerçekten Karadeniz olup olmadığını kafamızda tartıyorduk. Ufak bir atıştırma arası ve yine bilindik bir tatla (baklava) yolumuzun kesişmesinden sonra istemeyerek de olsa dönüş vaktinin yaklaştığını anladık. Tekrardan batıya doğru yola koyulduk.

Batum şehir merkezine elveda dedikten sonra Sarp Sınır kapısına doğru ilerledik. Gürcistan’a girişte gözümüze ilişen, büyük heykellerin bulunduğu yerde mola verdik. Bu heykelleri görür görmez bir Orta Dünya sakini olarak aklıma hemen Anduin gelmişti. Yanına doğru yaklaştığımda ise heykellerin daha doğrusu bölgenin Aydınlanma Yolu adı verilen bir proje için yapıldığını öğrendim. Bu proje ilk kez Georgia (Gürcistan) adını kullanmış olan Saint Andrew’e adanmış. Heykellerin yanı başında sessiz sakin akan derenin suyu ise alt kısımda bir havuzda toplanıyor, Gürcü gençler bu suyun içerisinde yüzüyorlar. Sorma fırsatı bulamadım ama sanırım bu suyun kutsal olduğuna inanılıyor.

Aydınlanma Yolundan ayrılıp karşıya geçtiğimizde ise fındık dallarının gerisinde turkuaz mavisi rengine hiç de alışık olmadığım Karadeniz, güneşin ışıkları ile dans ediyor, bu haliyle Sinop’u andırıyordu. Gün kendini yerini yavaş yavaş geceye bırakmaya hazırlanırken son kez birkaç kare fotoğraf çekip Gürcistan’dan ayrılıyoruz. Girişte sınır kapısında yaşadığım maceranın kırıntısını çıkışta göremiyorum. Hatta pasaportuma çıkışımı işleyecek olan Gürcü görevli ile ufak çapta sohbet bile ediyorum. Tüm güler yüzlülüğü ve içtenliği ile bana “Umarım memnun kalmışınızdır, yine bekleriz diyor.” Böylelikle giriş sırasında yaşadığım küçük hengâmeyi de unutmuş oluyorum. Ama yol arkadaşlarım bu sefer benim kadar şanslı değiller. Girişte yaşamadıkları kızgınlığı maalesef çıkışta yaşamak zorunda kaldılar. Gerilen sinirleri yumuşatma görevini üstlenmek ise bana kalıyor. Az gittik uz gittik yine başladığımız yere geri döndük. Batum arkamızda mavisiyle, yeşili ile kaybolurken “Bakarsan bağ bakmazsan dağ olur” atasözümüzün ne kadar da doğru olduğunu bir kez daha idrak ettik. Uzun lafın kısası beş on yıl sonra yıldızı iyice parlayacak ve muhtemelen Dubrovnik’in en büyük rakibi olacak Batum’u henüz büyük kitleler keşfetmeden görmenizi şiddetle tavsiye ediyorum.
Görüşmek üzere.
P.S: Bu arada cümleten iyi bayramlar.

 

Ben Giderim Batum’a: Bir Batum Akşamı


Yine uzun bir ara. En azından burada biraz nefes alabiliyorum. Bu gün ah mazi deyip iki ay kadar önceki Batum gezimin bir bölümünü dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım. Aslında Gürcistan hemen yanı başımızda, vize istemeyen komşu ülkelerden biri. Birçoğumuzun öyle ya da böyle ya bir akrabası ya bir arkadaşı Gürcü’dür. O nedenle örf ve adetleri, yeme, içme kültürü bize pek de uzak değildir. Batum gezim benim bu düşüncelerimi fazlasıyla destekledi.
Batum’a varmak için Erzurum’dan yola çıktık. Artvin üzerinden Batum’a ulaştık. Ancak gidiş yolu oldukça zahmetli ve yorucuydu. Çoruh’un azgın sularına kafa tutmak için inşaatı süren irili ufaklı barajlar ve yapım çalışması süren yeni Artvin yolu nedeniyle dur kalklı bir yolculuk geçirdik. Bu nedenle kara yolu ile gidecek olanlara Rize üzerinden gitmelerini tavsiye ediyorum. Artvin’de fazla oyalanmadan iskameti Hopa’ya çevirdik. Hopa’da ekibin kalan kısmını toplayıp Sarp Sınır Kapısı’na gittik. Elimizde pasaportlarımız sıranın bize gelmesini bekledik. Ama bizim gibi beklemeye tahamülü olmayan Gürcüler sıranın çeşitli yerlerinden kaynak yaparak hem bekleme süresini uzattılar hem de sinirlerimizin ne kadar sağlam olduğunu ufak bir teste sabit tuttular. Sanırım benim fazlaca sinirlenmediğimi görüp beni bir de bavul ticareti yapan ahalinin geçtiği kapıdan geçmek zorunda bıraktılar. Bu kapı çok küçük olunca haliyle geçmek için bayağı bir hamle yapmak gerekiyor. Tabi ben de oyunu kurallarına göre oynadım. Dirsek hamleleri ve esnekliğimi kullanıp 5 dakikada bu kapıdan geçebildim. Geçtikten sonra kapının diğer tarafında duran Gürcü Polisi aslında gerek yoktu diyerek beni sinir etmedi değil. Son gülen iyi güler diyerek Gürcistan topraklarına adım attım.

Batum’a ulaştığımızda yağmur sonrası toprağın kokusu ciğerlerimizi doldurmuştu. Denizden hafif bir esinti geliyordu. Nasıl anlatsam Batum, Sinop’umuz gibi Karadeniz’den ziyade Akdeniz şehirlerine daha fazla benziyor, bir nevi tatil kasabası. Girişinde irili ufaklı pansiyonlar bu görüşü destekliyor. Deniz, kum, güneş cazip bir seçenek olsa da asıl hedefimiz şehir merkezi olduğundan merkeze doğru ilerledik. Bambaşka bir alfabe kullandıkları için bizim için trafik levhalarının hepsi anlamsız. Allah’tan derdimizi anlayacak çok sayıda Türkçe konuşan insan bulmak yabancılığımızı bir nebze olsun azalttı. Sonunda şehir merkezine ulaştık
Bir an önce sırt çantalarımızı otele atıp, kendimizi sokaklara vurmak istiyorduk. Zor da olsa İstanbul Oteli ‘ni bulduk. Sıkı bir pazarlık sonrasında odalarımıza yerleştik. Üzerine ufak bir atıştırma sonrasında yollar bizimdir. Otel çalışanından ufak birkaç tavsiye ile Batum’un kalbinin attığı yere ulaştık.

Öncelikle bu şehirde en fazla hoşuma giden geniş yollar oldu. Yolların ışıklandırılmasına da dikkat edilmiş. Yani kör bir nokta yok. Sovyetler’den kalma tek tip evlerin bir kısmı elden geçirilip lüks sitelere dönüştürülmüş, bir kısmı ise tamamen yıkılmış, bazılarının yerlerine bizdeki TOKİ evlerine benzeyen yeni evler yapılıyor bazılarına ise ultra lüks villalar. Eski Gürcü evleri ise el üstünde tutuluyor desem abartmış sayılmam. Büyük bir kısmı restore edilmiş. Buralar, bazı kamu kuruluşlarının, bankaların evi olmuş. Bazıları ise butik otele çevrilmiş, bazılarında ise halen oturanlar var. Herkesin elinde bizdeki yaz akşamlarında da sıklıkla gördüğümüz çekirdek olmasına rağmen sokaklar tertemiz. Gitarın yerini burada akardiyon almış. Adım başı bir akordiyon sesi duymak mümkün. Bu sese haliyle kayıtsız kalamayan sadece ben değildim.

Bir sokaktan diğerine sonunda yollar bizi Medusa’nın heykeline götürdü. Medusa Batum’a kol kanat geriyor. Biraz ilerisinde Poseidion. Bir liman kenti olan Batum’da Poseidion ile yollarımız çokca kesişecekti. Çevre düzenlemesi ve heykellerin güzelliği karşısında insan söyleyecek söz bulamıyor doğrusu.

Karşıya doğru yürüyüp benim Çalgıcılar Parkı adını taktığım sahildeki büyük parka varıyoruz. Poseidion’un şehri olduğunu kanıtlarcasına parkın her tarafından sular fışkırıyor. Ama bir dakika, bu sular müziğe göre yavaşlayıp hızlanıyor. Ve ansızın Carmen’in o çok bilindik melodisi çalmaya başlıyor sular çılgına dönüyor. Ben de hemen fotoğraf makineme sarılıp suların dansını yakalamaya çalışıyorum. Sular dans ederken yolun her iki tarafında bitmeyen müziklerini icra eden çalgıcı çocuk heykellerine hayranlıkla bakıyorum. Onların rehberliğinde güzelim melek heykeline ulaşıyorum. Melek, melek ile buluşuyor. Bu buluşma, bize çok tanıdık gelen bir ses ile kesiliyor. Bir Kafkas havası yükseliyor. Sese doğru ilerleyince Gürcü gençlerinin oyuna başladıklarını görüyorum. Abaza oyunu olarak bildiğim bu dansı bir de Batum’da izlemek ayrı bir keyif veriyor.
Sonrasında ufak bir dondurma arası verdim. Ama verdiğime vereceğime pişman oldum. Tartışmasız hayatımın en kötü dondurmasını yedim. Gece boyunca karnımdan tuhaf seslerin gelmesine neden olsa da keyfimin bozulmasına izin vermedim. Akşam geceye doğru ilerlerken tatlı bir esintinin hüküm sürdüğü bu komşu diyarda otelimize kadar yürüdük. Yorucu bir günün sonunda uykunun dayanılmaz çekimine kapılıp Poseidion’un şehrinde tatlı bir uykuya daldık.
Gezgin defterini karalaya dursun Batum’da gün ise yeni bir yazının konusu olsun.
Görüşmek üzere hoşçakalın.