RSS

Kategori arşivi: cnbc-e

güle güle ve merhaba: 2010-2011


Sonunda 2010’u devirdik 2011’e başladık. Daha dün gibi hatırlarım 2000 Millenyum heyecanını, bilgisayarların çökeceği endişesini . Ama daha durun 2012’miz var, Maya Kehanetlerimiz var, hatta geçen sene buna ilişkin olarak çekilmiş büyük bütçeli bir Hollywood filmimiz var. Gerçi film, harici bellekte benimle birlikte yurdum yollarında dollanmaktan bitap düştü, ama halen izlemedim. Neyse bu filmi de 2011 kararlarımın içerisine de eklesem fena olmayacak.
Yeni yıl kararları listesine geçmeden önce 2010’a vefa borcumu ödesem yani son bir durum değerlendirmesi yapsam fena olmayacak. Geçen yıla baktığımda en çok yüksek lisansı en sonunda kazasız belasız tamamlayabilmeme sevindim. Bu gelecek günler için de umut ışığını yeniden doğurdu. Evet o akıllanmayan insanlardadım. Yüksek lisansda çektiğim eziyetler yetmemiş olacak ki doktora yapmaya can atıyorum. Bunun için sınav salonlarına hızlı bir dönüş yaptım. Hızlı dediysem kaplumbağa hızı demek daha doğru olur. Seneler çok şey götürmüş. Bilgiler unutulmuş değil ama pratik yapmak gerek. İşte yapılacak pratikler de yeni yıl kararlarının bir kısmını oluşturuyor. Yüksek lisans dışında son dört yılda olduğu gibi biraz zorunluluktan biraz da kendi isteğimle bu sene de epeyce gezdim. Hatta sınırları aşıp kapı komşumuz Gürcistan’a bir merhaba deyip geldim. Yorucuydu ama güzeldi. Yılın son günlerinde ise zorunlu gezilerin azalacağı haberiyle sevindim. Bazılarınız şaşırabilir ama tüm bu gidiş gelişler ve ucundaki belirsizlik, belirsizlikle kol kola giren yalnızlık yorucu olabiliyor. Kolay değil beş sene olmuş. Artık plan yapabilmenin özgürlüğünü istiyor insan bir de fırsatları kaçırmamayı (özellikle ucuz uçak biletlerini ve konserleri 😉 ) İş, güç bu sene yine baş döndürücü temposuyla yanımdaydı. Yalnız kalmamam için yapıyor bunu biliyorum. Özellikle son aylarda hayatımın hiç bir döneminde çalışmadığım kadar çalıştım. Gerçi halen çalışıyorum. Bitmedi bitmiyor. Bunun için üzülmenin de nafile olduğunu geç de olsa anladım. Bu hep böyle sürüp gidecek. Bu iş bitecek sonra yenisi başlayacak…Neyse ama artık yılın belli bir döneminde tatildeyim diyebileceğim.
Mutluluğun, sevincin, başarının olduğu yer de gözyaşı, üzüntü ve başarısızlar da vardır. Belki hatırlanmazlar belki de hiç akıldan çıkmazlar. Çok şükür geçen yıl büyük bir üzüntü ile karşılaşmadım. Var oluşumuzdan bu yana süre gelen soruları kendime dert ettim durdum. Sonrasında kendi kendime güldüm, üzüldüğün şeylere bak diyerek. Ama özellikle tek başına olduğunuz, kimse ile konuşamadığınız dönemlerde hüsnü kuruntularınız dünyadaki açlık, sağlık, çevre sorunlarından daha büyük görünüyor. İnsanoğlu doğuştan bencil ne yaparsın. İşte bu benciliğimin arasında bir kez daha “İnsanları tanıyamıyor” oluşuma çok ama çok üzüldüm.
2010’da diğer yıllardaki gibi yine sinemayı, edebiyat dünyasını, müzik piyasasını en kötü alışkanlığım olan dizilerimi elimden geldiğince takip ettim durdum. Pas tutan kalemimi açmak ve nefes alabilmek içinse bu bloğu açtım. Kafama göre yazıyor, çoğu kez dırdır edip duruyorum.
Velhasıl 2010’un kısa özeti (!) böyle oluverdi. 2010’un son saatlerini yılın ilk dakikalarını evimde karşılayabilmek için şehirler arası otobüs yolculuğu yaparak geçirdim. Şansıma bu sefer yolculuk esnasında bana zorla çay, kahve içermeye çalışan muavin yoktu. Bu açıdan huzurlu bir yolculuk oldu. Bir de Fox TV açık değildi. Çünkü her yolculuğumda bu TV kanalını ve nedense hep birbirine benzeyen izleyen dizilerini zorunlu olarak izlemek bıkkınlık vermeye başlamıştı. (Özellikle Ömre Bedel, ismi gibi gerçekten Ömrümüze Bedel. Bu dizinin yanında yine bir Fox TV klasiği olan Arka Sıradakiler gayet tutarlı bir dizi olarak kalıyor. Yok DNA testiymiş, yok sütüne zehir koymaymış tövbe tövbe) Onun yerine yılbaşına yakışacak bir filmi izleme fırsatım oldu. Bu kaçıncı izleyişim bilmiyorum ama bu serinin ilk filmlerine karnıma ağrılar girecek kadar gülüyorum. Doğru tahmin ettiniz : Hababam Sınıfı. Yine Damat Feriti, İnek Şabanı, Güdük Necmisi, Hafize Anası beni çok güldürdü. Saygımızın sonsuz olduğu Kel Mahmut Hocamız ise hem güldürdü, hem düşündürdü. Kendilerine acil şifalar diliyorum yeri gelimişken.
İlk film bittikten sonra ikinci bir film daha takıldı DVD playere. Ama o film Hababam Sınıfının yanına yaklaşamadı. Saçma sapan bir Hollywood filmi, gülemediğim belden aşağı espriler, iğrenç bir oyunculuk sergileyen sevgili Bruce Wills. Ah Bruce biz seni böyle mi bilirdik. Nerede o Mavi Ay’ın hınzır dedektifi. Bu filme hiç musallat olmadım. Yanımdaki kitaba gömüldüm. Şansa bak ki o da zorunlu olarak “Ye, Dua Et, Sev” di (Gerçi kitabın ismini kendime göre uyarladım Ye, İç, Yan Gel Yuvarlan)
Bu kitabı çerez niyetine, bir çırpıda okuyup, aaa bir kısmı da İtalya’da geçiyormuş aman ne güzel diyere doğum günüm öncesinde kendi kendime hediye etmiştim (Kendime hediye almaya bayılıyorum. Megaloman mıyım neyim?) Ama hiç de beklediğim gibi çıkmadı. Kitap gıdım gıdım ilerledi, hem de İtalya kısımda. Oysa ben İtalya’yı ve özellikle de İtalyanca’yı pek bir severim. İtalyanca kulağıma hoş gelir, konuşması pek bir zevk verir . Gel gör ki kitapta bir anlatılmış okurken afakanlar bastı. Yahu İtalya kısmı böyle ise Hindistan ve Endonezya kısmı nasıl olabilir di düşünmek dahi istemedim. Biraz da taşıma kolaylığı (9.90 TL’lik özel basım)nedeniyle bu kitaba ikinci bir şans daha verdim, bavuluma atıverdim. Zaten kavga dövüş İtalya kısmını bitirmiştim. Hindistan kısmının ise bir öyküsünü okumuş bırakmıştım. Cep telefonumun kulaklığını almama gafletimden dolayı müzik dinleyemem de eklenince Bruce Wills’in hatıralarımda Mavi Ay’daki gibi kalması için var gücümle kitabı okumaya konsantre oldum. Sanırım sonuç da verdi. İkinci kısım su gibi akıp gitti. Kendimden de bazı parçalar bulmamın da etkisi olmuştur ama ilk kısıma göre çok daha samimiydi. Kitabı zaten içsel yolculuğun öyküsünü okuyabilmek için almıştım. Tamam yemek yemekte kişinin yolculuğunu bir parçası ama 200 sayfanın sadece yemek yemekten ibaret olması ( o tatlara benim haliyle Fransız kalmam) bıkkınlık vermişti. Ama ikinci kısım öyle değildi. Bazı bölümlerini çok sevdim. İlerde burada küçük küçük alıntılara da yer vermek istiyorum. Kitaba kendimi kaptırmamın meyvesini ikinci bölümü bitirerek aldım. O sırada Ankara’ya da varmışım. Saat 23:15’di. Korkulan olmadı. Yılın ilk dakikalarında evde olacaktım. Bizimkiler beni almaya gelmişlerdi. Yalvar yakar A.O.Ç’e uğrayarak kokoreçimi aldım. Çok mutluydum. Uzun zamandır bu tada hasret kalmıştım (Yukarıda yazar için o kadar serzenişte bulundum ama şu an aynısını ben yapıyorum, farkındayım) Evde beni bekleyen haydari ile pek bir güzel gitti doğrusu. Bu küçük çaplı ziyafet sonrasında televizyonu açtım. Saat 23.45’di. Kanallar arasında zapping yaptım, doğrusu cnbc-e dışında dişe dokunur bir şey bulamadım.
Cnbc-e ‘de Glastonboury Festivalini veriyordu ki gayet güzel bir seçimdi. Aslında yılbaşlarında tercihim en doğudan başlayarak saat sat ülkelerin yılbaşına girişlerini izlemektir ama sağolsun son yıllarda NTV, CNN Turk ve türevleri düet çılgınlığını çıkartalı bu zevkimden de mahrum oldum. Muhteşem düetlermiş, öyle lanse edildi ama benim hiç birine kanım ısınmadı. Hal böyle olunca cnbc-e den başka seçeneğimiz kalmadı. Kapanışı Muse- Uprising ile yaptık. Evin balkonunda bir yandan atılan havai fişekleri izleyerek bir yandan Uprising’i söyleyerek ve tabiki angelic stili dans figürleri ile yılbaşına merhaba dedim. Muse dinlerim ama öyle bir düşkünlüğüm yoktur. (Biraz solistlerine gıcıklığım var, antipatik buluyorum kendilerini.) Ama arkadaşların sahne performansları gayet iyiymiş. Bakalım bu seneye Muse dinleyerek girdik haydin hayırlısı sevgili mekan sakinleri… Aslında şahene olan Glastonboury. Bir gün umarım gidebilirim. (Bunu da hayatta yapılması gerekenler listeme eklesem fena olmayacak. Görüldüğü üzere bir listeler savaşı yaşanıyor. Bundan sonra böyle 😛 )
Sonrasında Victoria’s Secret Fashion Show başladı. Gerçi biz bunu sevgili nix ile yine bir yılbaşı izlemiştik. Heidi Klum’a hasta olmuştuk o sene. Nereden nereye.. Bak Heidi bile emekli olmuş. Şov gayet başarılıydı. Hatunlar güzeldi (Şimdi Allah var yukarda çirkinlerdi dersem çarpılırım) Bayan olmama rağmen ben bunları söylüyorsam şovda ağzı kulaklarında şarkı söylediği için eleştiri konusu edilen Akon’nun üzerine de pek gitmemek lazım. Gerçi Angel şarkısının sonunda çıkan sarışın mankenden gözlerini alamadı, bir an sarılıp öpecek zannettim. Yeni bir Heidi Klum&Seal vakası olursa hiç şaşırmam. Katy Pery’ de yakışmıştı. Bu sene sanırım geçen seneye göre hem şov, hem de modeller daha iyiydi. Victoria’nın sırrını yine öğrenememiş ve ülkeme halen mağaza açmamış olmasının vermiş olduğu kızgınlıkla (!) kendimi yatağa sürükledim. Güzel bir uyku çektim. Evet 2010’u bu şekilde bitirip 2011’e bu şekilde merhaba dedim.
Daha önceki yazımda da dediğim üzere 2011’in daha güzel geçeceğini söylüyor içimdeki o ulu ses. Ben de bu yılın daha güzel geçmesini sağlamak için neler yapabilirim konusunu masaya yatırdım. Geçen senelerin doğrularını yanlışlarını gözden geçirdim, sonuçta şöyle bir liste çıkardım (Evet yine liste) Şimdi bu listeyi bir yerlere yazmazsam biliyorum ki yastık altı edeceğim. Hiç olmazsa burada kaldığı sürece utanır, çalışır, şu listenin üzerindekileri karalamak için uğraşırım. Bakalım listemle olan 2011 serüvenim nasıl sonuçlanacak hep birlikte göreceğiz 🙂
1- İşler yarım bırakılmayacak. Bu nedenle dilime sakız olan “Bakarız” kelimesi zorunlu haller dışında kullanılmayacak.
2- Oturup ALES’e adam akıllı çalışılacak. İyi bir puan alınmaya çalışılacak.
3- İngilizce’ye adam akıllı çalışılacak. (KPDS’den A seviyesine çıkmaya çalışılacak, TOEFL, IELTS sınavlarına girilecek. Yanında GRE’de olursa fena olmaz)
4- Risk yönetimi ve türevleri konularından uzak durulacak.
5- CIA sertifikası için çalışılacak.
6- Denetim ve mali kontrol alanlarında akademik çalışmalar yapılacak.
7- SPK- Türev Araçlar Lisansı alınacak
8- Daha fazla sanatsal ve sosyal aktiviteye (özellikle asırlardır gidemediğim tiyatro) katılınacak.
9- Muhtelif tarihlerde alınan, kütüphaneye istiflenen kitaplar bitirilecek.
10- Muhtelif tarihlerde alınan, harici belleğe istiflenen filmler bitirilecek. Vizyondaki filmler daha sıkı takip edilecek gelip sıcağı sıcağına yorum yapılacak.
11- Fotoğrafa daha fazla zaman ayrılacak.
12- Sözlüğe daha fazla entry girilecek (Yoksa atılacam 😛 )
13- Gözümüzü karartık, Phuket’e gidilecek.
14- Ucuz uçak bileti bulma çalışmalarına başlanacak.
15- Lonelly planet’de, tripadvisor’da daha aktif olunacak
16- Arkadaşlar ile daha fazla zaman geçirilecek.
17- Arkadaşlarla birlikte tatile gidilecek.
18- Daha fazla organizasyon yapılacak.
19- Fringe bitirilecek.
20- Flashforward bitirilecek.
21- Fransızca’ya başlanacak (Lebethron Lebethron duy sesimizi)
22- Cumartesi geceleri daha fazla dışarı çıkılcak (Çapkınım hovardayım yirmdört ayardayım:P )
23- Yogaya başlanacak.
24- Düzenli spor yapılacak.
25- Müze kartımın süresi dolmadan İstanbul’a uğranıp Topkapı, Dolmabahçe Allah ne verdiyse gezilip gelinecek.
26- Kaplıcaya gidilip bir güzel masaj, spa olaylarına girilecek.
27- Bayramlarda seyranlarda büyüklerin elleri küçüklerin gözleri yaşıtlarımın yanakları öpülecek (Son bir kaç yıldır bayramları asosyal olarak geçirmekteyim. Bu halim beni bile üzüyor )
28- Ankara’mızın haklı gururu Behzat Ç. Korunup kollanacak. (Harun arkadaşımıza gerekirse çıtır çerez, çikolata, abur cubur takviyesi yapılacak :P)
29- Yeni müzik grupları, yeni şarkılar keşfedilecek. Tamam eskiler çok güzel ama yenilere de şans vermek gerekmez mi (En son dinlediğin yeni albüm sorusunda Kings Of Leon Only By Times cevabını verince kafama dank etti )
30- Blog daha güncel tutulacak.
 

Memphis Beat Şarkıları


Yine cnbc-e ile başbaşayız. Ve şansıma önceki yazılarımda adını sürekli yanlış yazdığım Hot in Cleveland var ama bu sefer dergiden kopya çekerek adını doğru yazmayı becerebildim. Konumuza dönecek olursak Memphis Beat’i hafta sonu tekrardan izledim,sırf çalan parçalar uğruna. Tabi sonrasında sanırım yaklaşmakta olan Efes Blues Festivalinin de etkisiyle yana yakına dizinin ilk bölümünde çalan parçaları aramaya başladım. Araştırmacı kişilik angelic sonunda muradına kavuştu. Oysa bunun için baş ucunda duran dergiye daha dikkatli bakması gerekiyormuş. Neyse işte ilk bölümde arzı endam eden kulaklarımızın pasını silen şarkılar şunlar:
1-Green Onions-Booker T& the MG’s
2-Wichita Lineman- Glen Campbell
3-Walking the Dog-Rufus Thomas
4-Bootieg- Booker T& the MG’s
5-Son of a Preacher Man-Dusty Springfield
6-What It Is-Little Milton
7- That’s All Right Mama- Elvis Presley
8-Drop Down Mama-Sleepy John Estes
9-Born Under a Bad Sign- Albert King
10-Time is Tight- Booker T& the MG’s
11-I See a Darkness-Keb Mo
12-Change Gonna Come-Otis Redding
Şimdiden iyi dinlemeler.Memphis Beat’i izlemek isterseniz her perşembe saat 21.00’de cnbc-e’de
Kaynak: Cnbc-e dergi, Eylül 2010 sayısı
P.S: Eh bu kadar reklamdan sonra sayın GY ve CA bizleri de görür 😛
 

Dizi Meydan Savaşları


Eylül yerini Ekim’e bırakmaya hazırlanırken televizyon kanalları da birer ikişer yeni yayın dönemlerini başlattılar. Yerli diziler için değil de yabancı diziler için eskisi kadar beklememize gerek kalmıyor. İnternet sağolsun. Çoğu diziyi dumanı daha soğumadan izlemek mümkün ama ben genellikle televizyondan takip etmeyi tercih ediyorum. Diğer türlü tüm işi gücü bırakıp o sezonun sonunu görmeden rahat edemiyorum.

Gelelim bu seneye. Yine eskisiyle yenisiyle, komedisiyle dramıyla ortalık diziden geçilmiyor. Yerli dizilere bakacak olursak melodram denizinde bir o yana bir bu yana giden dizilerimizin yanına Fatmagül’ün Suçu Ne, Öyle Bir Geçer Zaman ki, Lale Devri gibi yenileri eklendi. Dram konusunda tüm toleransını zamanında diğer diziler için harcayıp tüketen birisi olarak bu dizileri teğet geçmeye karar verdim. Bunun dışında Geniş Aile’yi rastladığım zaman izlemeye devam edeceğim gibi. Yanına dizilerimizde “Bay Frodo”, “Master Yoda” gibi pek de alışık olmadığımız esprileri içeren adı Yahşi Cazibe’yi ekleyebilirim. Ayrıca Ankara’da çekilen polisiye dizimize de sırf Ankara’yı görebilmek için arada kaçamak bakışlar atabilirim.
Gelelim yabancı dizilere. Cnbc-e bu hafta başı yeni sezonunu bol Spartacus’lü bir açılışla kutladı. Cnbc-e tanıtım işinde gerçekten başarılı. Örneğin Spartacus’u çok daha önceden izleyebilirdim ama ben de ne merak ne de heyecan uyandırmıştı. Ama bu pazarlama tatkikleri yok mu, aklımı çaldı. Pazar gecesi kendimi Spartacus’ü izlerken buldum. Devamı gelir mi bilemiyorum. Benim için bu dizi biraz hayal kırıklığı oldu. Öykünün daha iyi olmasını beklerdim. Bağlantılar çok kopuk. Bir de oyunculuklar. Örneğin şu Sura’yı oynayan arkadaşı çok mu aramışlar merak ediyorum. İnsan bu kadar mı ifadesiz olur. Ama dizide tanıdık bir yüzü görmek, Lothlorien’i hatırlamak güzeldi. (Bakalım kimler dikkat etti bu küçük ayrıntıya? )
Spartacus dışında cnbc-e’nin yeni dizileri de yok değil. Pazartesi günü Veronica Mars, Memphis Beat ve Hot in Cleavend’ı izledim. İçlerinden en çok Veronica Mars’ı sevdim. Hafiften Buffy’i anımsattı. Uzun zaman olmuştu bu tarz bir dizi izlemeyeli, bünyeye iyi gelecek. Memphis Beat’i sevip sevmeme konusunda ise kararsızım. Bir şans daha vereceğim kendilerine. Müzikler harika o konuda hepimizin hem fikiriz sanırız. Ama Jason Lee ve My name is Earl faktörü var. My name is Earl harika bir diziydi. Jason Lee, o dizi ile özdeşleşti. İşte kafamızdaki o kemik görüntüyü nasıl atacak bilemiyorum. Memphis Beat ile bunu başarabilir mi, biraz muammalı. Ama Almost Famous’daki gibi burada da o güzel sesini kullanması başarı şansını biraz yükseltiyor. Hot in Cleavend’ a gelince, bana göre uzak durulması gereken bir dizi. Sevmeye, gülmeye çalıştım ama nafile. Zaten bu konuyu işleyen milyonlarca dizi yok mu? İzleyeceksem onlardan birini izlerim. Cnbc-e’nin diğer yeni dizlerini ise şimdilik izleyemedim. Hafta sonuna saklıyorum. Eski dostlar The Big Bang Theory, The New Adventures Of Old Christine ve Merlin’in yeni sezonlarını dört gözle bekliyorum. Bir de Chuck var ama Chuck’ı yaz sezonuna saklıyorum. Bu, bir nevi geleneğim oldu. Türkiye’yi arşınlarken Chuck’ı izlemek daha iyi oluyor. Tabi Doctor Who’ da atlamamak lazım.
Tanıtım yapmayı beceremeyen underground takılan TNT’ye geçtiğimizde ise yeni yayın döneminde aslında çok da değişen bir şey olmadığını görüyoruz. Bu kanalımız için her gün yeni yayın dönemi. Zaten Mavi Ay ve Seinfield’i tekrardan yayınlaması çoktan bu kanalı benim için özel kılmıştır. Bunun dışında yine bu kanalda izleyip sevdiğim Supernatural, Damages, Spooks, House, The Office gibi diziler var. Bu sene yine bu dizileri yakaladıkça izleyeceğim. Yanına tabi bir October Road’u eklemek gerek.
Dizi meydan savalaşlarında angelic cephesinde son durum bu şekilde. Gönül en çok Ally Mcbeal’i ister ama. Belki bir gün TNT’nin aklına gelir tekrardan yayınlamak. Neden olmasın 🙂