Yine uzun bir ara. En azından burada biraz nefes alabiliyorum. Bu gün ah mazi deyip iki ay kadar önceki Batum gezimin bir bölümünü dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım. Aslında Gürcistan hemen yanı başımızda, vize istemeyen komşu ülkelerden biri. Birçoğumuzun öyle ya da böyle ya bir akrabası ya bir arkadaşı Gürcü’dür. O nedenle örf ve adetleri, yeme, içme kültürü bize pek de uzak değildir. Batum gezim benim bu düşüncelerimi fazlasıyla destekledi.
Batum’a varmak için Erzurum’dan yola çıktık. Artvin üzerinden Batum’a ulaştık. Ancak gidiş yolu oldukça zahmetli ve yorucuydu. Çoruh’un azgın sularına kafa tutmak için inşaatı süren irili ufaklı barajlar ve yapım çalışması süren yeni Artvin yolu nedeniyle dur kalklı bir yolculuk geçirdik. Bu nedenle kara yolu ile gidecek olanlara Rize üzerinden gitmelerini tavsiye ediyorum. Artvin’de fazla oyalanmadan iskameti Hopa’ya çevirdik. Hopa’da ekibin kalan kısmını toplayıp Sarp Sınır Kapısı’na gittik. Elimizde pasaportlarımız sıranın bize gelmesini bekledik. Ama bizim gibi beklemeye tahamülü olmayan Gürcüler sıranın çeşitli yerlerinden kaynak yaparak hem bekleme süresini uzattılar hem de sinirlerimizin ne kadar sağlam olduğunu ufak bir teste sabit tuttular. Sanırım benim fazlaca sinirlenmediğimi görüp beni bir de bavul ticareti yapan ahalinin geçtiği kapıdan geçmek zorunda bıraktılar. Bu kapı çok küçük olunca haliyle geçmek için bayağı bir hamle yapmak gerekiyor. Tabi ben de oyunu kurallarına göre oynadım. Dirsek hamleleri ve esnekliğimi kullanıp 5 dakikada bu kapıdan geçebildim. Geçtikten sonra kapının diğer tarafında duran Gürcü Polisi aslında gerek yoktu diyerek beni sinir etmedi değil. Son gülen iyi güler diyerek Gürcistan topraklarına adım attım.
Batum’a ulaştığımızda yağmur sonrası toprağın kokusu ciğerlerimizi doldurmuştu. Denizden hafif bir esinti geliyordu. Nasıl anlatsam Batum, Sinop’umuz gibi Karadeniz’den ziyade Akdeniz şehirlerine daha fazla benziyor, bir nevi tatil kasabası. Girişinde irili ufaklı pansiyonlar bu görüşü destekliyor. Deniz, kum, güneş cazip bir seçenek olsa da asıl hedefimiz şehir merkezi olduğundan merkeze doğru ilerledik. Bambaşka bir alfabe kullandıkları için bizim için trafik levhalarının hepsi anlamsız. Allah’tan derdimizi anlayacak çok sayıda Türkçe konuşan insan bulmak yabancılığımızı bir nebze olsun azalttı. Sonunda şehir merkezine ulaştık
Bir an önce sırt çantalarımızı otele atıp, kendimizi sokaklara vurmak istiyorduk. Zor da olsa İstanbul Oteli ‘ni bulduk. Sıkı bir pazarlık sonrasında odalarımıza yerleştik. Üzerine ufak bir atıştırma sonrasında yollar bizimdir. Otel çalışanından ufak birkaç tavsiye ile Batum’un kalbinin attığı yere ulaştık.
Öncelikle bu şehirde en fazla hoşuma giden geniş yollar oldu. Yolların ışıklandırılmasına da dikkat edilmiş. Yani kör bir nokta yok. Sovyetler’den kalma tek tip evlerin bir kısmı elden geçirilip lüks sitelere dönüştürülmüş, bir kısmı ise tamamen yıkılmış, bazılarının yerlerine bizdeki TOKİ evlerine benzeyen yeni evler yapılıyor bazılarına ise ultra lüks villalar. Eski Gürcü evleri ise el üstünde tutuluyor desem abartmış sayılmam. Büyük bir kısmı restore edilmiş. Buralar, bazı kamu kuruluşlarının, bankaların evi olmuş. Bazıları ise butik otele çevrilmiş, bazılarında ise halen oturanlar var. Herkesin elinde bizdeki yaz akşamlarında da sıklıkla gördüğümüz çekirdek olmasına rağmen sokaklar tertemiz. Gitarın yerini burada akardiyon almış. Adım başı bir akordiyon sesi duymak mümkün. Bu sese haliyle kayıtsız kalamayan sadece ben değildim.
Bir sokaktan diğerine sonunda yollar bizi Medusa’nın heykeline götürdü. Medusa Batum’a kol kanat geriyor. Biraz ilerisinde Poseidion. Bir liman kenti olan Batum’da Poseidion ile yollarımız çokca kesişecekti. Çevre düzenlemesi ve heykellerin güzelliği karşısında insan söyleyecek söz bulamıyor doğrusu.
Karşıya doğru yürüyüp benim Çalgıcılar Parkı adını taktığım sahildeki büyük parka varıyoruz. Poseidion’un şehri olduğunu kanıtlarcasına parkın her tarafından sular fışkırıyor. Ama bir dakika, bu sular müziğe göre yavaşlayıp hızlanıyor. Ve ansızın Carmen’in o çok bilindik melodisi çalmaya başlıyor sular çılgına dönüyor. Ben de hemen fotoğraf makineme sarılıp suların dansını yakalamaya çalışıyorum. Sular dans ederken yolun her iki tarafında bitmeyen müziklerini icra eden çalgıcı çocuk heykellerine hayranlıkla bakıyorum. Onların rehberliğinde güzelim melek heykeline ulaşıyorum. Melek, melek ile buluşuyor. Bu buluşma, bize çok tanıdık gelen bir ses ile kesiliyor. Bir Kafkas havası yükseliyor. Sese doğru ilerleyince Gürcü gençlerinin oyuna başladıklarını görüyorum. Abaza oyunu olarak bildiğim bu dansı bir de Batum’da izlemek ayrı bir keyif veriyor.
Sonrasında ufak bir dondurma arası verdim. Ama verdiğime vereceğime pişman oldum. Tartışmasız hayatımın en kötü dondurmasını yedim. Gece boyunca karnımdan tuhaf seslerin gelmesine neden olsa da keyfimin bozulmasına izin vermedim. Akşam geceye doğru ilerlerken tatlı bir esintinin hüküm sürdüğü bu komşu diyarda otelimize kadar yürüdük. Yorucu bir günün sonunda uykunun dayanılmaz çekimine kapılıp Poseidion’un şehrinde tatlı bir uykuya daldık.
Gezgin defterini karalaya dursun Batum’da gün ise yeni bir yazının konusu olsun.
Görüşmek üzere hoşçakalın.