RSS

Kategori arşivi: tortum

Erzurum Çarşı Pazar…


Doğu Anadolu’ya şimdilik noktayı Erzurum ile koyayım dedim. Ne de olsa Erzurum’a gitmeseydim ne Kars, ne Ağrı, ne de Batum gezilerim olacaktı. Bir de beş haftalığına da olsa bana ev sahipliği yaptı bu şehir. Sırf bu nedenle bile kendisine teşekkür etmem gerek. O zaman sayın Erzurum, size teşekkürlerimi sunuyorum.
Çok sevdiğim Sarı Gelin türküsü böyle başlar: Erzurum çarşı pazar. Resimlerden, fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla bir zamanlar öyleymiş. Aslında şimdi bile çoğu kurumun, kuruluşun, şirketin, Doğu Anadolu Bölge merkezlerinin Erzurum olması, Atatürk Üniversitesi’ni dolduran öğrenciler kısmen de olsa geçmişin mirası ama öyle benim gibi geçmişin romantizmine kapılıp meydanlarda çarşı pazar ararsanız hayal kırıklığına uğrarsınız. Büyük bir şehir olmasına rağmen sanırım zor hava koşullarının da etkisiyle bu şehrin insanları hayatlarının büyük bir kısmını evlerinde geçirmeyi tercih etmiş. Sokaklarda, caddelerde hiçbir zaman öyle aman aman bir insan yoğunluğunu göremiyorsunuz. Tabi bu durum şehrin çehresine de yansımış.
Erzurum’un dikkat çeken bir diğer özelliği ise (aslında çarşı pazar olmasında da kaynaklanıyor) adreslerde hep bir kapı kelimesi geçmesi, Gürcü Kapı, Kars Kapı, Tebriz Kapı… Tabi olaya hemen müdahale edip çevremdekilere adresler neden böyle, neden burası Gürcü Kapı diye sormadan kendimi alıkoyamadım. Birkaç başarısız cevap denemesinden sonra nihayetinde doyurucu yanıtlara ulaştım. Vakti zamanında çarşısı pazarı meşhur, aynı zamanda önemli bir ilim irfan yuvası olan Erzurum’a gelen giden eksik olmazmış. Misafirler rahat gelip gitsinler, aynı zamanda nerden geldiklerini de bilelim diye şehrin etrafına kapılar yapılmış. Kars’dan gelenler Kars Kapısı’nı, Tebriz’den gelenler Tebriz Kapıs’nı, Erzincan’dan Erzincan Kapısı’nı kullanmaya başlamışlar. Bu kapıların en önemlileri Kars Kapı, Tebriz Kapı, Erzincan Kapı, İstanbul Kapı, Harput Kapı, Gürcü Kapı, Kavak Kapı’ymış. Bunlardan günümüze ise sadece Kars Kapı, İstanbul Kapı ve Kavak Kapı kalabilmiş. Diğer kapılar bilinçsizlik, çarpık yerleşme gibi faktörlerin etkisiyle yok olup gitmişler. Ayakta kalan kapıları gördün mü diye soracak olursanız yanıtım maalesef hayır. Askeri bölge içerisinde kaldığı için diğer kapılardan daha fazla korunan bu nedenle kapıların en şanslısı Kars Kapı’ya askeriye giremediğimizden, Erzurum Kongresi’ne geldiğinde Atatürk’ün geçmiş olduğu İstanbul Kapı’yı alemcilerin bir numaralı mekanı olmasından, Kavak Kapı’yı ise iki mahalleyi birbirine bağlayan bir tünel vazifesi görmesi ve kapının ayırt edilememesinden dolayı göremedik.
Artık adına ne dersiniz deyin tarihimize sahip çıkmama bilinçsizliğimizin tavan yaptığı ilimiz üzülerek söylüyorum ki Erzurum. Başta İstanbul Kapı’nın içler acısı hali varken bir de Çifte Minareli Medrese’nin içler acısını görmek yüreğimi daha da burktu. 18.00-18.30 gibi son derece uygun bir saatte gitmiş olmamıza karşın, alemcilerin de burayı mekan tuttuğu görmek, sürekli atılan laflara maruz kalmak buradan apar topar ayrılmamıza neden oldu. Halkın büyük bir kısmı da tepkili ama bir şeylerin değişmesi için artık devletimizin önlem alması gerekiyor. Sonu gelmeyen özensiz restorasyon çalışmaları ile olmuyor artık. Oysa rivayete göre Tebriz Kapı’nın yerine kurulmuş, çifte minareli medreseye komşu Tebriz Çarşı bir nebze, işte türküdeki çarşı Pazar burası olmalı dedirtiyor ama rahatça gezemedikten sonra neye yarar.


Gelelim şehrin içerisindeki diğer medreseye yani Yakutiye Medresesi’ne. Bu medrese yine bir mimari şah eseri… Görür görmez sevdim kendilerini ama yanına yaklaşmak mümkün olmadı. Yine bilindik uzadıkça uzayan restorasyon çalışmaları. Şehir sakinleri haliyle tepkili… Eski hali çok güzeldi diyorlar sürekli. Ama biz maalesef medresenin etrafını sıralayan demirleri, oraya buraya savrulmuş parçaları gördük. Bir iki kare fotoğraf çekmek istedik ama Çifte Minareli Medrese’deki durum burada da devam etti.

İş güç koşuşturmaca, hafta sonu çevre illere yapılan geziler nedeniyle Aziziye Tablalarına gündüz gözüyle gitmek kısmet olmadı. Gerçi pek çok kişiden birkaç parça taş başka bir şey yok gibi laflar duymuş ve bunlara haliyle kızmış olsam da, bu tablaların ne kadar önemli olduğu bilinen bir gerçek. Tarihi canlandırma fırsatım olacaktı ama olmadı. Lakin biraz daha yakın bir tarihi canlandırma fırsatına eriştim. “Manda ve himaye kabul edilemez” işte bu cümlenin yankılandığı salonda yürümek, o sıralar oturmak fırsatım oldu hem de 23 Temmuz’dan bir gün önce. Hep olumsuzluklardan bahsettim durdum yazım boyunca ama Kongre Binası’nın diğer yapılara nazaran daha bakımlı olduğunu görmek biraz da olsa sevindirdi. Ancak burada da tanıtım yok. Oysa hepimiz biliyoruz Erzurum kongresinin Kurtuluş Savaşımızdaki önemini. Ama bu tarihi uyutmaya karar vermişiz. Bu bakımdan bir kez daha Samsun’u takdir ettim. Atamızın Samsun’a ayak basışını Samsun unutmamış, misafirlerine de unutturmuyor. Ama Erzurum öyle değil. Reklam panolarında Erzurum kongresine dair bir şeyler gördüğümü hatırlayamıyorum. Gerçi İstanbul Kapı’nın, Çifte Minareli Medrese’nin durumu ortada iken bunları istemek fazlasıyla büyük bir beklenti olur.



Gelelim Tortum Şelalesine. Batum gidişinde bu şelaleye de uğramamazlık etmedik. Gerçi çok kötü bir günde gittiğimizin farkındaydık. Önceki yazılarımda da bahsettiğim malum yağmur bulutu yine takipteydi. Gri bir gökyüzü, yer yer hızlanan yağmur ile suyu nispeten çekilmiş bir şelaleyi kayganlaşan zemin nedeniyle güç bela gezebildik. Şelale demek benim lügatımda çok güzel fotoğraf kareleri demektir ama hava koşulları bu hevesimi kursağımda bıraktı. Yine de güzel sayılabilecek bir kaç kare çekmeyi başarabildim.


Böylelikle mekân sahibinin Doğu Anadolu turu şimdilik burada bitiyor. Şunu biliyorum ki bu son olmayacak. İnatla ülkemizin Batısını ve Güneyini tatil mekânı olarak algılayan zihniyete karşın Işığın Doğudan yükseldiğini yineliyorum. Tamam deniz, kum, güneş… Bunlara karşı değilim hatta severim ama biraz da olsa yurdumuzun diğer saklı hazinelerini görebilsek. İshakpaşa Sarayı’nı, Ani Harabeleri’ni, Çifte Minareli Medrese’yi ve adını sayamadığım nicesini. Ama ümitliyim. Özellikle kültür turları nedeniyle insanlarımız ülkemizin sadece Batı’dan ibaret olmadığını anlıyor. Genellikle tembellik eden ancak; tek seferde çok ve uzunca yazan mekân sahibi yeni yolculuklar ve öyküler için müsaadenizi ister.
Görüşmek üzere

Erzurum’a yolu düşecek olanlara naçizane birkaç tavsiye:
– Oltucular çarşısına mutlaka uğrayın. Bin bir modelle bezenmiş oltu taşları sizleri bekliyor. Her zevke hitap eden bir şeyler var. Ama olmazsa olmazı tespihtir. Biraz pahalıdır ama ileride aldığınıza pişman olmazsanız.
– Yöresel tatları denemek istiyorsanız istikamet Erzurum Evleri… Bu tatları eski bir Erzurum evi dikkate alınarak dekore edilmiş bir mekânda yemek daha da bir başka oluyor. (Yukarıdaki fotoğraf bu evden çekilmiş bir karedir)
-Cağ kebabının vatanında bu kebabın çok da başarılı yapıldığını maalesef söyleyemeyeceğim ama Dönerci Hacı Baba’nın dönerini mutlaka denemenizi öneriyorum.
– Palandöken’e uğrayın. Hatta Palandöken’e giderken kayak yapan Dadaş heykelinin önünde fotoğraf çektirin. (Ben yapamadım içimde kaldı)
-Çifte Minareli Medrese, Yakutiye Medresesi, Erzurum Kongresi Binası’nı görmemezlik etmeyin.
– Ve tabiki fon müziği olarak “Sarı Gelin “