Aylık arşivler: Ağustos 2010
Çemberin dışına çıkabilmek
Erzurum Çarşı Pazar…
Çok sevdiğim Sarı Gelin türküsü böyle başlar: Erzurum çarşı pazar. Resimlerden, fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla bir zamanlar öyleymiş. Aslında şimdi bile çoğu kurumun, kuruluşun, şirketin, Doğu Anadolu Bölge merkezlerinin Erzurum olması, Atatürk Üniversitesi’ni dolduran öğrenciler kısmen de olsa geçmişin mirası ama öyle benim gibi geçmişin romantizmine kapılıp meydanlarda çarşı pazar ararsanız hayal kırıklığına uğrarsınız. Büyük bir şehir olmasına rağmen sanırım zor hava koşullarının da etkisiyle bu şehrin insanları hayatlarının büyük bir kısmını evlerinde geçirmeyi tercih etmiş. Sokaklarda, caddelerde hiçbir zaman öyle aman aman bir insan yoğunluğunu göremiyorsunuz. Tabi bu durum şehrin çehresine de yansımış.
Erzurum’un dikkat çeken bir diğer özelliği ise (aslında çarşı pazar olmasında da kaynaklanıyor) adreslerde hep bir kapı kelimesi geçmesi, Gürcü Kapı, Kars Kapı, Tebriz Kapı… Tabi olaya hemen müdahale edip çevremdekilere adresler neden böyle, neden burası Gürcü Kapı diye sormadan kendimi alıkoyamadım. Birkaç başarısız cevap denemesinden sonra nihayetinde doyurucu yanıtlara ulaştım. Vakti zamanında çarşısı pazarı meşhur, aynı zamanda önemli bir ilim irfan yuvası olan Erzurum’a gelen giden eksik olmazmış. Misafirler rahat gelip gitsinler, aynı zamanda nerden geldiklerini de bilelim diye şehrin etrafına kapılar yapılmış. Kars’dan gelenler Kars Kapısı’nı, Tebriz’den gelenler Tebriz Kapıs’nı, Erzincan’dan Erzincan Kapısı’nı kullanmaya başlamışlar. Bu kapıların en önemlileri Kars Kapı, Tebriz Kapı, Erzincan Kapı, İstanbul Kapı, Harput Kapı, Gürcü Kapı, Kavak Kapı’ymış. Bunlardan günümüze ise sadece Kars Kapı, İstanbul Kapı ve Kavak Kapı kalabilmiş. Diğer kapılar bilinçsizlik, çarpık yerleşme gibi faktörlerin etkisiyle yok olup gitmişler. Ayakta kalan kapıları gördün mü diye soracak olursanız yanıtım maalesef hayır. Askeri bölge içerisinde kaldığı için diğer kapılardan daha fazla korunan bu nedenle kapıların en şanslısı Kars Kapı’ya askeriye giremediğimizden, Erzurum Kongresi’ne geldiğinde Atatürk’ün geçmiş olduğu İstanbul Kapı’yı alemcilerin bir numaralı mekanı olmasından, Kavak Kapı’yı ise iki mahalleyi birbirine bağlayan bir tünel vazifesi görmesi ve kapının ayırt edilememesinden dolayı göremedik.
Artık adına ne dersiniz deyin tarihimize sahip çıkmama bilinçsizliğimizin tavan yaptığı ilimiz üzülerek söylüyorum ki Erzurum. Başta İstanbul Kapı’nın içler acısı hali varken bir de Çifte Minareli Medrese’nin içler acısını görmek yüreğimi daha da burktu. 18.00-18.30 gibi son derece uygun bir saatte gitmiş olmamıza karşın, alemcilerin de burayı mekan tuttuğu görmek, sürekli atılan laflara maruz kalmak buradan apar topar ayrılmamıza neden oldu. Halkın büyük bir kısmı da tepkili ama bir şeylerin değişmesi için artık devletimizin önlem alması gerekiyor. Sonu gelmeyen özensiz restorasyon çalışmaları ile olmuyor artık. Oysa rivayete göre Tebriz Kapı’nın yerine kurulmuş, çifte minareli medreseye komşu Tebriz Çarşı bir nebze, işte türküdeki çarşı Pazar burası olmalı dedirtiyor ama rahatça gezemedikten sonra neye yarar.
Gelelim şehrin içerisindeki diğer medreseye yani Yakutiye Medresesi’ne. Bu medrese yine bir mimari şah eseri… Görür görmez sevdim kendilerini ama yanına yaklaşmak mümkün olmadı. Yine bilindik uzadıkça uzayan restorasyon çalışmaları. Şehir sakinleri haliyle tepkili… Eski hali çok güzeldi diyorlar sürekli. Ama biz maalesef medresenin etrafını sıralayan demirleri, oraya buraya savrulmuş parçaları gördük. Bir iki kare fotoğraf çekmek istedik ama Çifte Minareli Medrese’deki durum burada da devam etti.
İş güç koşuşturmaca, hafta sonu çevre illere yapılan geziler nedeniyle Aziziye Tablalarına gündüz gözüyle gitmek kısmet olmadı. Gerçi pek çok kişiden birkaç parça taş başka bir şey yok gibi laflar duymuş ve bunlara haliyle kızmış olsam da, bu tablaların ne kadar önemli olduğu bilinen bir gerçek. Tarihi canlandırma fırsatım olacaktı ama olmadı. Lakin biraz daha yakın bir tarihi canlandırma fırsatına eriştim. “Manda ve himaye kabul edilemez” işte bu cümlenin yankılandığı salonda yürümek, o sıralar oturmak fırsatım oldu hem de 23 Temmuz’dan bir gün önce. Hep olumsuzluklardan bahsettim durdum yazım boyunca ama Kongre Binası’nın diğer yapılara nazaran daha bakımlı olduğunu görmek biraz da olsa sevindirdi. Ancak burada da tanıtım yok. Oysa hepimiz biliyoruz Erzurum kongresinin Kurtuluş Savaşımızdaki önemini. Ama bu tarihi uyutmaya karar vermişiz. Bu bakımdan bir kez daha Samsun’u takdir ettim. Atamızın Samsun’a ayak basışını Samsun unutmamış, misafirlerine de unutturmuyor. Ama Erzurum öyle değil. Reklam panolarında Erzurum kongresine dair bir şeyler gördüğümü hatırlayamıyorum. Gerçi İstanbul Kapı’nın, Çifte Minareli Medrese’nin durumu ortada iken bunları istemek fazlasıyla büyük bir beklenti olur.
Gelelim Tortum Şelalesine. Batum gidişinde bu şelaleye de uğramamazlık etmedik. Gerçi çok kötü bir günde gittiğimizin farkındaydık. Önceki yazılarımda da bahsettiğim malum yağmur bulutu yine takipteydi. Gri bir gökyüzü, yer yer hızlanan yağmur ile suyu nispeten çekilmiş bir şelaleyi kayganlaşan zemin nedeniyle güç bela gezebildik. Şelale demek benim lügatımda çok güzel fotoğraf kareleri demektir ama hava koşulları bu hevesimi kursağımda bıraktı. Yine de güzel sayılabilecek bir kaç kare çekmeyi başarabildim.
Böylelikle mekân sahibinin Doğu Anadolu turu şimdilik burada bitiyor. Şunu biliyorum ki bu son olmayacak. İnatla ülkemizin Batısını ve Güneyini tatil mekânı olarak algılayan zihniyete karşın Işığın Doğudan yükseldiğini yineliyorum. Tamam deniz, kum, güneş… Bunlara karşı değilim hatta severim ama biraz da olsa yurdumuzun diğer saklı hazinelerini görebilsek. İshakpaşa Sarayı’nı, Ani Harabeleri’ni, Çifte Minareli Medrese’yi ve adını sayamadığım nicesini. Ama ümitliyim. Özellikle kültür turları nedeniyle insanlarımız ülkemizin sadece Batı’dan ibaret olmadığını anlıyor. Genellikle tembellik eden ancak; tek seferde çok ve uzunca yazan mekân sahibi yeni yolculuklar ve öyküler için müsaadenizi ister.
Görüşmek üzere
Erzurum’a yolu düşecek olanlara naçizane birkaç tavsiye:
– Oltucular çarşısına mutlaka uğrayın. Bin bir modelle bezenmiş oltu taşları sizleri bekliyor. Her zevke hitap eden bir şeyler var. Ama olmazsa olmazı tespihtir. Biraz pahalıdır ama ileride aldığınıza pişman olmazsanız.
– Yöresel tatları denemek istiyorsanız istikamet Erzurum Evleri… Bu tatları eski bir Erzurum evi dikkate alınarak dekore edilmiş bir mekânda yemek daha da bir başka oluyor. (Yukarıdaki fotoğraf bu evden çekilmiş bir karedir)
-Cağ kebabının vatanında bu kebabın çok da başarılı yapıldığını maalesef söyleyemeyeceğim ama Dönerci Hacı Baba’nın dönerini mutlaka denemenizi öneriyorum.
– Palandöken’e uğrayın. Hatta Palandöken’e giderken kayak yapan Dadaş heykelinin önünde fotoğraf çektirin. (Ben yapamadım içimde kaldı)
-Çifte Minareli Medrese, Yakutiye Medresesi, Erzurum Kongresi Binası’nı görmemezlik etmeyin.
– Ve tabiki fon müziği olarak “Sarı Gelin “
Kars… Bir de Deli Deli Olma
Yanı başındaki komşusu Erzurum’un aksine Kars’da yaşam sokaklarda, caddelerde akıyor. Adım başı bir çay bahçesi, cafe ve buna benzer mekanlar karşınıza dikiliveriyor. Rahatsız etmeyen hafif bir müzik kulaklarınıza doğru süzülürken, hemen ilerideki lokantadan enfes kokular yükseliyor. Ani’de 3,5 saat süren gezintinin neticesinde insan ister istemez acıkıyor. Çizgi film karakterleri gibi kokunun geldiği yöne doğru uçmak istiyor, Kars’ın simgelerinden biri olan kaz etini denemek için sabırsızlanıyorsunuz. Ama O da ne, Dilek Abla (Hanımeli restoranın sahibi) kar kalktıktan sonra kaz etti yenilmez diyerek kışa kadar sabretmemiz gerektiğini söylüyor. Kaz etinin yerine bir çırpıda masamızı Kars’ın diğer güzel yemekleri ile donatıveriyor. Ah adlarını neden yazmadım ki, hepsinin tatları dilimin ucunda keşke adları da dilimin ucunda olsaydı. Yemekleri büyük bir hızla mideye indiriyoruz. Yemeğin yanında reyhan şurubu eşlik ediyor. Nasıl bir tattır öyle. Reyhan bizim memlekette de çok fazla kullanılır, hatta bu tattan mahrum kalmamak için Ankara’da 7.kattaki evimde küçük bir saksının içerisinde reyhan yetiştirmeye çalışıyorum. (Ne de olsa ninenim bana yadigârı )Ama doğrusu reyhanın şurubunu yapmak hiç aklıma gelmemişti. Ayaküstü bu eşsiz tadın tarifini alıp, yine tekrar Kars sokaklarına vuruyoruz kendimizi. Bu sefer istikamet Kars Kalesi. Aslanlı heykelin mi yoksa atlı heykelin mi oradan dönecektik, kafamız biraz karışıyor. Allahtan sorduğumuz kişiler büyük bir yardımseverlikle ayrıntılı olarak kaleye nasıl gideceğimizi anlatıveriyorlar. Biz de rotamızı çizdikleri pusulaya göre ayarlayıp şehrin sokaklarında kayboluyoruz. Ve o sokaklar insanı hayrete düşürüyor. Geçmişe ışık tutan , pırıl pırıl bakımlı sokaklar. Geçmişin yüküne dayanamayan bazı binalar restorasyon sırasının kendilerine gelmesini bekliyor sessizce. Erzurum ile kıyaslandığında şehirde hummalı bir restorasyon çalışması var. Ve ister istemez kendime şu soruyu soruyorum Üniversiteler Arası Kış Olimpiyatlarını yoksa Kars’mı düzenleyecekti.
Kale tüm ihtişamı ile bizleri karşılıyor. Sanırım bozulmadan günümüze gelebilen ender kalelerden birisi. İçerisi hayli büyük. Kale, ayaklarınız altına bir anda tüm Kars’ı seriyor. Manzaranın tadını çıkartırken ansızın tanıdık bir melodi kulağıma takılıyor. Ne o, yoksa tulum sesi mi? Daha sonra sesin kaynağı ortaya çıkıyor. Kafkas Üniversitesi’nden bir grup öğrenci tulum eşliğinde horon tepiyor. Sırtımda şu kocaman çanta ve boynumda fotoğraf makinem olmasa sevgili dostum Miriel’in öğrettiği kadarıyla horon tepenlerin arasına katılacaktım. Ama ben bu güzel görüntüyü kaydetmeyi tercih ediyorum.
Görüşmek üzere.
Kars’a yolu düşecek olanlara nacizhane birkaç küçük tavsiye:
– Kars’ın yöresel yemeklerini tatmak için merkezdeki Hanımeli Restorant’a mutlaka uğrayın.
– Kümbet Cami’ni gezmemezlik etmeyin.
– Kars Kalesi’ne mutlaka tırmanın.
– Ani Harabeleri’ne mutlaka uğrayın. Fotoğraf makinenizi yanınızdan eksik etmeyin. Ayrıca yüksek bellekli bir hafıza kartınızın olması da iyi olur. Şahsen ben 300-350 kare fotoğraf çektim.
– Şehir merkezini süsleyen heykellerin önünde mutlaka fotoğraf çektirin. (Muhtemelen başka şehirlerimizde bu kadar güzel heykeli bir arada bulamayacaksınız.)
– Ben alamadım ama kaşar peyniri almadan evinize dönmeyin.