Bu gün keşke tatil olsaydı sevgili mekan sakinleri. Ama maalesef değil. İş, iş, iş… Benim çalışacak halim kalmadı. Işık görünmesene göründü ancak o ışığa koşmak için dermanım da tükendi. Belki zihnimi sürekli aynı şeyler ile meşgul etmem bu yorgunluğumun sebebi. Ben de hem bu duruma bir son vermek hem de almış olduğum yeni yıl kararlarını uygulamak için çaba sarf ettiğimi göstermek için burada soluğu aldım.
Geçen hafta sonu 22 saatlik bir İzmir macerası yaşadım. Gittiğim ile geldiğim gerçekten bir oldu. Hava çok güzeldi ama Kordon’a inecek vaktim bile olmadı. Bornova-Üçyol- Balçova arasında koşturup durdum. Ancak tüm bu deli koşuşturmacaya gerçekten değdi. Çok sevdiğim bir insanın en özel gününde mutluluğunu paylaşmak çok güzeldi. Ayrıca bu kişinin büyük ihtimalle bu sene içerisinde göreceğim en güzel gelin olması da bu mutluluğu katmerlendirdi. Ne diyelim mutluluğunuz bir ömür boyu sürüp gitsin.
Bunun dışında İzmir’den bir de felç olmuş trafik görüntüleri kaldı hafızamda. Özellikle Fahrettin Altay ve civarı metro çalışmaları nedeniyle delik deşik olmuş. Gerçi uzun yıllardır metro çalışmaları nedeniyle çukurlar, tüneller ve bilimum garip oluşumlar ile yaşamayı kanıksamış bir Ankara’lı olarak ağırbaşlılıkla durumu kabullenmiş olmam sevgili İzmirliler’i biraz şaşırttı. Cevabım hazırdı. “Ankaralıyım, bunlara alışığım” Hesaba kitaba vurunca Ankara’da bacak kadar çocukken başlayan metro çalışmaları halen devam ediyor. Umarım torunlarımız bittiğini görebilir 😛
İzmir seyahatim sırasında aylardır elimde sürünen, ağzıma sakız olan Ye, Dua Et, Sev ya da benim deyişimle Ye,İç,Yan Gel Yuvarlan kitabını bitirdim. (İstiflenen kitapların hepsini bitireceğimi söylemiştim işte ilk örneği) Üç buçuk ayda bu kitabı ancak bitirebildim. Oysa ben bu kitabı çerez niyetine almıştım. Aklınıza çerezlik kitap nedir sorusu gelecektir, açıklayayım. Şimdi çerezlik kitap kolayca okunan, üzerinde fazlaca düşünülmeyen, genellikle suratınızda aptal bir gülümse oluşturan kendini iyi hisset kitaplarıdır. Yani fazlasıyla klişe içeren romantik komedi filmlerinin eş değeridir.Ruh halim nedeniyle zaman zaman çerezlik filmlere zaman zaman ise çerezlik kitaplara saldırdığım olur. İşte bu kitabı da o anlardan birinde almıştım (Doğum günüm arifesinde, ne kadar korkutucu 😦 ) Velhasıl bu kitap üzerinde çok fazla kafa patlamama rağmen çabucak bitmedi.
Öncelikle kitap, yazarın üç farklı ülkede yaşadıklarını anlatıyor. Bu ülkeler sırasıyla : İtalya, Hindistan ve Endonezya.( Gitmeyi istediğim bu üç ülkenin kitabı satın almama etkisinin olduğunu itiraf etmeden de geçemiyeceğim.) Kitap da bu üç ülkeden yola çıkarak, her bölümde 36 adet öykü olmak üzere üç kısma ayrılmış.
1.Bölüm İtalya
Bu bölüm keyfe adanmış. Yazarımız ve kitabımızın baş kahramanı Elizabeth Gilberts sancılı bir boşanma sürecinden sonra kafasını biraz olsun dağıtmak üzere İtalya’da soluğu alıyor. Roma’da bir apartman dairesi kiralıyor. Kendisini çok sevdiği İtalyanca’ya (ki bu sevgisini çok iyi anlayabiliyorum) ve İtalyan yemeklerine veriyor. Yediği yemeklerden uzun uzadıya bahsediyor. (Bu arada biz okuyuculara afakanlar basıyor.) Arada sırada İtalyanca’ya ilişkin benim bilmediğim bir kaç güzel bilgiyi de paylaşıyor. (Örneğin çağdaş İtalyanca’nın Dante’nin İlahi Komedyası’ndan yola çıkılarak oluşturulduğu) Açıkçası konu İtalya ve İtalyanca olunca bu bölüme ilişkin beklentilerim epey yüksekti ama kitapta en fazla sıkıldığım bölüm maalesef bu bölüm oldu. İnsanların keyiften anladıkları farklı farklı olabiliyormuş. Mesala Elizabeth için keyif yemek yemekmiş. Şayet ben İtalya’da olsam benim için keyif Roma’nın bir ucundan bir ucuna dolaşmak, bütün müzeleri gezmek, bol bol fotoğraf çekmek olurdu.
2. Bölüm Hindistan
Bu bölüm kendini bulmaya adanmış. Keyiften dört köşe olan (İtalya’da geçirdiği zaman zarfında onbeş kilo’ya yakın kilo alan) Elizabeth bu sefer kaybettiği iç huzurunu bulmak için gurusunun Hindistan’da bulunan aşramına doğru yola çıkar. Artık keyif verici yemeklerin yerini meditasyonlar, öğretiler alır. Kolay değildir ilerlediği yol ama hayata dair önemli dersler çıkarır. Açıkçası sıkıntıdan boğulduğum İtalya bölümünden sonra bu bölüm için hiç bir beklentim kalmamıştı ancak benim açımdan kitabın zevkle okuduğum yegane bölümüydü. Sanırım Elizabeth’in yaşadıklarının günlük hayatta ucundan kıyısından bizler de yaşadığımızdan anlattığı öyküler tanıdık geldi. Onu anlayabildim.
3. Bölüm Endonezya
Son bölüm ise dengeye adanmış. Bu dengeyi ise Elizabeth’e Bali adası sunuyor. ( Haliyle insanın içinden böyle dengeye can kurban diyesi geliyor.) Önce yaşlı şifacıyı, sonra genç şifacıyı en son da Elizabeth’in biricik Brezilyalı sevgilisi Felippe’yi tanıyoruz. Tahmin ettiğiniz üzere hikayemiz mutlu son ile bitiyor. Gerçi buna yazarın kendisi de inanamıyor. Burada yine aşkın ne zaman kapınızı çalacağı belli olmaz lafı beyinlerimize kazınıyor. (Ben halen buna inanmıyor olsam da) Elizabeth’in aşk hikayesinin arasında Bali kültürüne ilişkin olarak faydalı bilgiler de öğreniyoruz. İtiraf etmek gerekirse bu bölümün en sevdiğim kısmı da bu bilgilendirmeler oldu. Yolum bir gün Bali’ye düşerse (Umarım, çok umarım) neleri yapıp neleri yapmıyacağım konusunda az da olsa malumatımın olması iyi oldu.
Kısacası Ye, Dua Et, Sev tipik bir oku, üzerinde fazla düşünme, kendini iyi hisset kitabı. Kitabın kapağının üzerinde yazanların yalancısı olarak bu kitap, Dünya çapında sekiz milyondan fazla sattğını söylüyorum. Demek oluyor ki çoğu insan bu kitabı benim gibi sıkıcı bulmamış. Hatta ABD’de bir fenome dönüşmüş. Oprah’dan Hillary’e herkes bu kitabı çok sevmiş (Ben de bir sorun var sanırım :P) Haliyle filme çekilmesi de uzun sürmemiş. Hatırlarsanız 2010’nun sonuna doğru filmi sinemalarımızda arzı endam etmişti. Filmin yapımcılığını Brad Pitt üstlenmiş. Başrolleri ise Julia Roberts, Javier Bardem ve James Franco paylaşmış. Gel görki üç J’nin varlığına rağmen film, özellikle kitabı okuyanlar tarafından hiç sevilmemiş. (Sanki, Imdb puanı da buna bir işaret) Henüz filmi izlemedim. Belki üç J’nin hatrına izleyebilirim ama sonuna kadar tahammül edebilir miyim bilemiyorum.
Uzun lafın kısası eğer okuyacak çerezlik bir kitap arıyorsanız Ye, Dua Et, Sev’ i maalesef öneremiyeceğim. Kesinlikle akıcı bir kitap değil. Belki bu durumun ortaya çıkmasında Türkçe çevirisinin de bir parmağı olabilir, bilemiyorum. Ama şunu biliyorum ki bunun yerine çerez statüsüne sahip olup sizi hem eğlendirecek, hem de sıkmayacak daha güzel kitaplar var. Mesala İtalyanca Aşk Başkadır mesala Şeytan Marka Giyer…
Neyse benden bu kadar ilk kitap incelememiz Ye, Dua Et, Sev’e kısmetmiş. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Yaptık bir hata ne derseniz deyin artık. Şu an Ayşe Kulin’in Türkan’nını okuyorum. Görünen o ki Türkan, elimde aylarca sürünmeyecek. Şimdilik çok iyi gidiyor. Bitirip bitirmez dilim döndüğünce burada görüşlerimi de paylaşacağım. Velhasıl dediğim üzere insan zaman zaman çerezlik kitaplara da ihtiyaç duyuyor. Ye, Dua Et, Sev’den sonra bu tarz kitabım kalmamış. Bu konudaki önerilerinizi bekliyorum.
Görüşmek Üzere
Sağlıcakla Kalın.