RSS

Aylık arşivler: Mart 2010

Modaya Disney Dokunuşu 2: Tasarımcıların Gerçek Halleri


Karl Lagerfeld
Marc Jacobs


John Galliano


Jean Paul Gaultier


Sonia Rykiel


Dolce&Gabbana


Alber Elbaz

Donatella Versace

Bir önceki kayıtta disney karakterlerinin nasıl moda tasarımcılarına dönüştüğünü görmüştük 🙂 Bu sefer de ünlü moda tasarımcıların gerçek halleri gelsin. Bize de bir önceki kayıttaki resimler bu fotoğraflar arasındaki on farkı bulmak kalsın:) Keyfini çıkarın.
P.S: Özgecim neden Dolce&Gabbana çiziminin favorim olduğu az çok anlaşılmıştır bu fotoğraftan sonra
Donatella Versace beni korkutuyor 😦 Daha fazla estetik operasyon geçirmesin artık.
Tasarım konusunda Chanel’in son koleksiyonu ben de hayal kırıklığı yaratsa da Karl Lagerfeld’ı tek geçerim. Kendisi aynı zamanda çok da iyi bir fotoğraf sanatçısı. Yakın zamanda bu konuyla ilgili bir kayıt gelebilir.Bekleyiniz.

 

Moda’ya Disney Dokunuşu


Versace


Sonia Rykiel


Marc Jacobs


Jean Paul Gaultier


John Galliano


Dolce&Gabbana


Alber Elbaz


Karl Lagerfeld

Elle İspanya’nın Nisan sayısı için Ulrich Schröder, disney karakterlerini dünyaca ünlü moda tasarımcılarına çevirince bu güzel çalışma ortaya çıkmış. Görüleceği üzere Marc Jacobs’un eteğinden Alber Elbaz’ın papyonuna kadar hiç bir detay atlanmamış. Favorim ise Dolce&Gabbana

 
2 Yorum

Yazan: Mart 27, 2010 in Disney, Moda, Ulrich Schröder

 

Haftanın DVD Fırsatı: Charede (Öldüren Şüphe)


Dün D&R’da yaptığım ufak gezintide bu güzel filmin DVD’sini sıkı durun 2,99 TL’ye satın aldım. Türkçe’ye Öldüren Şüphe diye çevrilen filmin başrol oyuncuları Audrey Hepburn ve Cary Grant. İflah olmaz bir Audrey Hepburn hayranı olarak Chrade’yi bu fiyata bulmak beni oldukça mutlu etti.
Gelelim filmimizin konusuna (spoiler değil DVD’nin arka kapağında ne yazıyorsa aktarıyorum)
“Reggie Lambert(Audrey Hepburn) boşanmak üzereyken eşi öldürülür. Ayrıca öldürülmeden önce tüm mal varlıklarını nakde çevirdiğini ama bu paranın da kayıp olduğunu öğrenir. Bu arada aralarında yakışıklı yabancı Joshua’nın (Cary Grant) da olduğu bir sürü adam onu takip etmeye başlamıştır. Hepsi’de İkinci Dünya Savaşı sırasında, eşinin Nazilerden çalmış olduğu servetin peşindedir. Doğal olarak, herkes Reggie’nin paranın nerede olduğunu bildiğini düşünmektedir. Cesetler birikmeye başladıkça, Reggie’nin kimin iyi kimin kötü tarafta olduğunna karar vermesi zorlaşır. “
Sanırım ilk olarak her 80’ler sonu 90’lar başı çocuğu olarak bu filmi TRT ekranlarında izlemiştim ve çok sevmiştim. Sonra bilmem hatırlar mısınız Kanal 6 adında bir kanalımız vardı, bu kanalımız batmaya yakın Hollywood klasiklerini yayınlamaya başlamıştı. Yayınladıkları filmlerden biri de buydu. Ben tabi filmi bir başından bir sonundan izlemek zorunda kalmıştım ama yine de sevmiştim. Neyse anıları tazelemenin vakti geldi. İşlerimi bitirdikten sonra bir fincan kahve ile film keyfi beni bekliyor. Görüşmek üzere.
 

Bir Oscar Töreninin Ardından


Seksen ikinci oscar törenleri takriben üç hafta önce sonuçlandı ancak ben şimdi yorumlarımı yazmaya vakit bulabildim. Öncelikle seyrettiğim en sıkıcı oscar töreni olduğunu söylemeden edemeyeceğim. 1994’den beri kısıtlı imkanlarımla bu töreni takip etmeye çalışan bir sinema sever olarak ilk defa bir oscar töreninde (dikkatini çekerim kırmızı halı seremonisi değil) uyuyakaldım. En iyi kurgu the hurt locker’a gidince en iyi filmi de the hurt locker alacak benim en iyi film tahminim yalan olacak diyerekten uykunun o dayanılmaz hafifliğine kapılıvermişim. Tabi bu durumun ortaya çıkmasında aylardır içinde bulunduğum yoğun çalışma temposunun da etkisi olabilir. Ancak Steve Martin ve Alec Baldwin’in de etkisinin olduğu bir gerçek. Bu kadar mı kötü sunulur bir tören. Sanki adamları silah zoruyla oraya dikmişler gibiydi. Gözlerim haliyle The Return of the Host’u yani Billy Crystal’ı aradı. Ödüllere gelince en iyi filmi The Hurt Locker almalı mıydı, bilemiyorum. Başarılı bir filmdi, bir çokları için savaş yanlısı bir filmdi ama en iyi film ödülünü hak etti mi bilemiyorum. Avatar diye tahminde bulunsam da bu yılın en iyi filmi bana göre District 9’dı. Ama geçmiş yıllarda olduğu gibi (Bkz. A Clockwork Orange, Shawshank Redemption, Eternal Sunshine of a Spotless Mind) bu filmin de Oscar bakımından hakkı yenildi. Şu an herkes ileride Avatar’ın hatırlanacağını söyleye dursun District 9’ın kült film mertebesine ulaşacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Umarım yanılmam. En iyi yönetmen ödülü tam da istediğim gibi oldu. Kathryn Bigelow hak etmişti doğrusu. Sadece the hurt locker değil diğer filmlerinde de (Size point break desem ) başarılıydı.Törende yaptığı konuşmaya gelince ödül kazanan herkes saçmalama hakkına sahiptir bence 🙂
Sandra Bullock dışında en iyi oyuncu ödüllerinin isabetli tercihler (hatta Jeff Bridges için çok geç gelen bir ödül) olduğunu düşünüyorum. Sandra Bullock’ın şansı yaver gitti diyelim. Zaten Carey Mulligan’da bu yetenek varken eninde sonunda bu ödülü alacaktır. Almasa da bizler onu seviyoruz. Ayrıca Teknik ödüller tahmin ettiğim gibi Avatar’a gitti. En iyi uyarlama ve orjinal senaryo ödüllerinde ise ama dediklerim ödül aldı yani pek fazla bir süpriz olmadı. En iyi yabancı film ödülü beni bir kez daha hayal kırıklığına uğrattı. Bu kategorideki tahminlerim hiç tutmuyor. Bu akademi üyelerinin Michael Haneke’den pek haz etmedikleri aşikar. Beyaz Kurdele yerine daha aydınlık bir film tercih edildi. Tıpkı geçen senelerde olduğu gibi. Beyaz Kurdela’yı heyecan ile bekliyorum (vizyona giriş tarihi sürekli olarak ertelense de)
Bir oscar törenine böylece son noktayı koyduk. Bir daha izlemem demiyorum zira seksen üçüncü oscar törenini de izleyeceğimden adım kadar eminim.

P.S: Hatunsal olaylara yani kırmızı halı seremonisine geçecek olursak bu sene seremoniyi izlemedim. Daha sonra fotoğraflara bakınca pek de bir şey kaybetmediğimi anladım. Geçen senelere göre vasat mıydı yoksa bana mı öyle geldi bilemiyorum. Ben en çok Diane Kruger’ın kıyafetini beğendim. Araştırmalarım sonucunda kıyafetinin Chanel olduğunu öğrendim. Bunun üzerine yorum yapmaya bile gerek duymuyorum. Ama aynı Chanel’in bir diğer kıyafeti Sarah Jessica Parker’ın üzerinde facia gibi durmuştu. Yani Diane Kruger gecenin en şıkı iken Sarah Jessica Parker en rüküşüydü. Ortak noktaları ise ikisinin de elbiselerinin Chanel olması

 
Yorum yapın

Yazan: Mart 24, 2010 in kırmızı halı, oscar, sinema

 

there and back again


Uzun bir aradan sonra tekrardan merhaba. Aslında bu uzun arada hayali dostlar mekanının kaderinin diğer bloglarım gibi olacağı ilişkin şüphe etmedim desem yalan söylemiş olurum. Ama olmadı. Dostlarıma vefakarsızlık yapamam (Şu an sadece 2 adet izleyicim olsa da zaman içerisinde çığ gibi büyüyeceğimize inanıyorum. Büyümesek de biz bize yetersiz değil mi 🙂 ) Bu zaman zarfında neler yaptığımı soracak olursanız yüksek lisans tezimi teslim ettim (juriyi bekler oldum), hasta oldum (Evet boş zamanlarımı hastalanarak değerlendiriyorum 😦 Bir grip salgınını da iş başında atlattım. Çalışma azmime ben de hayran kaldım doğrusu), evde kapsamlı bir temizlik faaliyetlerine giriştim (yığınla kağıt temizledim, makaleleri ve kitapları teker teker yazarak fişledim, başka türlü olmuyor. Zor oldu ama isteyince yapılıyormuş). İşte böyle. Umarım bunlar geçerli mazaretler sayılabilir sevgili dostlar.
 

and the Oscar goes to…


Bir Oscar töreni yine geldi çattı. Her sene “Bu sene son bir daha izlemem” desem de Oscar gecesi uykusuz kalanlardanım. Bu sene zorunlu olarak uykusuz kalacağım ama geçen sene her kes deli gibi yeterlik sınavına çalışırken ben utanmadan Oscar ödül törenini izlemiştim. Bu sene de öyle olacak gibi. Saat 01.00 gibi televizyonun başına kurulurum. Önce kırmızı halı seronomisi. Kim ne giymiş, kimin kiminle gelmiş vs. vs. Bu arada ilk dakikadan simülate çeviri beni delirtir. Umarım bu sene çevirisiz olduğu gibi verirler. Neyse ben tahminlerime geçeyim. Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim, bu sene asıl çekişme en iyi yabancı film dalında yaşanacak gibi. Görmeyi çok istediğim ancak şu güne kadar kısmet olmayan iki film (White Ribbon ve Prophete)bu kategoride yarışıyor. Bu iki film Cannes festivalinden ödülle dönmüştü. Çok ilginç konulara sahipler. Ayrıca en iyi film adaylarından daha güçlü filmler gibi görünüyorlar. Hepsini izledikten sonra yorum yapsam daha iyi olacak sanırım. İşte tahminlerim:
En iyi film: Avatar
En iyi yönetmen: Kathryn Bigelow (James Cameron’dan daha fazla hak ediyor)
En iyi erkek oyuncu: Jeff Bridges (Artık bu adama ödül verin ya, yeter!!!)
En iyi kadın oyuncu: maalesef Sandra Bullock (Lobi çalışmaları nedeniyle ödül ona gidecektir ama asıl hak eden An Education ile Carrey Mulligian’dır)
En iyi yardımcı erkek oyuncu: Christoph Waltz (%100)
En iyi kadın oyuncu: Mo’nique (%100- Ancak kendileri lütfen kıllı bacaklarını gözümüze sokmasın!!!)
En iyi orijinal senaryo: Inglourious Bastards diyorum her zamanki gibi Tarantino yine orijinal senaryo ile yetinecek 😦 ancak the hurt locker da alabilir bu ödülü.
En iyi uyarlama senaryo: Up in the air (Ekonomik krize dem vurduğu için Oscar töreninden eli boş dönmeyecek gibi geliyor ancak precious’da bu ödülü kapabilir)
En iyi görüntü yönetimi: Avatar (Başka bir film alırsa gider akademi üyelerini döverim: P )
En iyi sanat yönetimi: Avatar (Başka bir film alırsa gider akademi üyelerini döverim: P )
En iyi kurgu: En iyi filmi Avatar alacağı için bu ödül de Avatara gidecektir.
En iyi animasyon: Up
En iyi yabancı film: İşte süprizlere açık bir kategori. Aday olan filmleri görme fırsatım olmadı ama beşinin de birbirinden iyi olduğu söyleniyor. Ancak White Ribbon ve Prophéte bir adım önde gibi. White Ribbon diyorum ama bu film konu itibariyle akademinin sevebileceği bir film değil.
Benim tahminlerim böyle. Ayrıca her geçen sene, aday olan filmleri sinemalarımızda görme imkanımız azalıyor mu nedir? Eskiden (bkz.2002-2003) Oscarlardan önce aday olan filmlerden sadece birkaç tanesini izleyemezdik. Bu sene sinemada izlediklerimizin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Yani gidişat iyi değil. Bana göre insanlar üzerlerine düşünecekleri ve konuşabilecekleri filmleri de izlemeliler.
 
Yorum yapın

Yazan: Mart 7, 2010 in Uncategorized

 

yeniden merhaba


Blog çalışmalarıma (sanki çok bir çalışma yaptın diyenleri duyar gibiyim) artık hayali dostlar mekanında devam ettireceğim. Mekan gerçek, hayali tüm dostlara açık olup, içerik hakkında bir şeyler arayanlara hayal kırıklığına uğratabilir. Bu blog ıvır zıvır küpüdür. Zira blog sahibi aklına ne gelirse yazmaktadır (daha doğrusu yazmayı planlamaktadır). Neyse lafı uzatmayalım.

P.S: Yüksek lisans tezinin en zor yazılan kısmı sonuç kısmıymış. Resmen kurdeşen döküyorum Off offf

 
Yorum yapın

Yazan: Mart 7, 2010 in Uncategorized